19 Ocak 2008 Cumartesi

Böyle demişti rüzgar..


Karışık,karmaşık ve biraz değil baya baya yoğun günler geçiyor.Bir yandan finaller,bazen bilinçaltı oyunları bazen de beklenmeyenler...Hayat bu diyoruz,hayat bu komplike içinde sürecek istesek de istemesek de.Hep derim,insanız her şey mümkün.Her şey bizim için mümkün,şaşırmamak lazım,çünkü insanız.Ama şaşırıyoruz fazlasıyla :)

Taa geçen haftalarda sevgili kuzenim Mustafa ve dayımcımla YOTA'ya gittik.Esin ve Berkant da bizimleydi tabii ki.Gitmemiş olanlara şiddetle tavsiyemdir.Bilmiyorum,neticede herkesin espri anlayışı bir değil tabi;ama doğaçlama olduğundan beklenmedik ve tahmin edilmedik sözler,oyunlarla süregelen bir emek izlemeye bile değer..
(bkz.YOTA:Yersiz Oyuncular Tiyatro Atölyesi)

Geçen gün (perşembe) sınavı falan unutup Taksim'e koştum(gerçekten şaşırtıcı olsa gerek ?!).İrem,Erinç,Betüş Buğra ve Ceyda ile her saniyesinde komedi dolu dakikalr yaşandı.İnsan sevdikleriyle vakit geçirdiğinde zamanı algısı ortadan kalkıyor gerçekten.Daha sonra sevgli Emir de katıldı.Güldük,eğlendik,Kötülük başka bir şey,yatacak yerimiz var mı acaba
diye irdeledik :D İyi oldu hepimiz için,şahsen benim için gayet de moral depolama ve özlem giderme moduydu..İyi ki varlar :)

Hukuk finali sonrasında (çarşamba) bir Zeynep dopingi iyi geldi valla.Kahve Dünyası her derde deva hakikaten.Artık rutinleştirdik de iyi oldu bu.Bu sefer sevgili Esin yoktu,Ankara'da karlı penceresi önünden kahvesini yudumlayarak eşik etti bizlere.Yanımızda olmasa da varlığı yeter,kimileri böyledir işte.Oradan sonra Berkant gelecekmiş,Şilelerden :) Onu görelim dedik.Dedik de kovulduk.Milyonlarca "hıh"'ı hak etti.Bunu unutmayacağız,evet kesinlikle :P

Dün de final sonrasında kendimi yine Taksim'e attım.Bu sefer tadilatı bitmiş olan Tünel vasıtasıyla.Açıkçası biraz sinir oldum;çünkü tünele yeni bir araç koymuşlar,gerçekten de itici,napılır bilmiyorum ama hayatım bir anlamını yitirdi diyebilirim.Neyse o sinirle çıktım ve Topahane'ye doğru olan yokuşta yürüdüm kendimce,bakındım.İki tane pul koleksiyoncusu keşfettim ve çok hoşuma gittiler yahu.Benim de vardı defterim falan,sanırım İzmir'de ama..Şaka maka Galata'ya kadar yürümüşüm,sağıma baktığımda karşımda duruyordu kule.Ah dedim görceğim varmış.Ardından gerisin geriye yukarı yürüyüp,Asmalımescit'i de arşınladıktan sonra aldığım bir telefonla Çağlan ve iki arkadaşının da yanına uğradım.Sohbet muhabbetin ardından film zamanı yaklaşması sebebiyle yola koyuldum.My Blueberry Nights,Norah Jones ve Jude Law'dan tatlı tatlı bir film..Büyüsü bozulmasın,bahsetmiyim çok fazla yine de :)

Düne gelirsek sabah 9'da başlayan toplantılar silsilesiyle sürdü günümüz.Önce Karakedi ardından da Kahve Dünyası.Aslında İtü Gümüşsuyu'nda yapılacaktı ya.Ancak hala daha bir grup gencin toplaşıp bir şeyler konuşuyor olması birileri tarafından garip karşılanıyor.Hala aynı korkular.Bir gün geçer mi dersiniz?..İş güç,yapılacak bir ton şey bekliyor,yapacak olan da bekleniyor lütfen hattan ayrılmayın =)

Mavi Jeans bizim TogAtak'ların sponsoru diye,bir de t-shirt yapmışlar bizim için.Aylin Aslım,Teoman ve Mor ve Ötesi'nin bazı parçalarını basmışlar üzerlerine..Hatta "gönülçelen" baskısı ilginç olmuş,merak edenler olursa uğrayıp bir göz atsınlar efenim,belki alırsınız da :)

Bir de bugün doğumgünüm,yani yazıyı yayınladığımda çoktan 20siyle 2o olmuş olacağım.Yanımda olan olmayan,olamayan herkes sağ olsun..Kutlayan kutlamayan kutlayamayanlar da var olsunlar..Yaşlanıyoruz ama paslanmıyoruz..(bu da başka bir felsefem mi olsa acaba hmmm)

*Nergis çiçeğini çok severim.Sevgili Emir ve İrem şerefine ve toplantımıza da bir demet götürdüydüm.Şimdi de tam zamanı sanki,mis valla mis :)

*Sevgili Sadıkla konuşuyorduk.Zardanadam'ı biliyor musun dedi.Dedm bir şarkısını sadece;ama pek dinlemem yani.Neyse,netice itibariyle kendisi bu grubu sevmeme sebebiyet veren insandır.


Hepsi hepsi hayat nasıl olsa

Geçmez günler unut kendini
Bu hayat zor var mı çaresi
Zaman aksın hızına bakma
Seni dinlemez nasıl olsa
Bırak aksın seni de götürsün
Hepsi hepsi hayat nasıl olsa..
Kaçacağım

Kaçacağım bir gün buralardan,
Gözlerimi kapatıp, gökkuşağı düşleyerek…
Al beni rüzgar götür uzaklara, götür sonsuza…


Zardanadam
..

*Övgü ve Erinç'e de özel teşekkürlerimi bir borç bilirim.
Geç kazanılmış;ancak kaybedilmeyecek dostlar.(ben bu sözü bir yerden mi çaldım ;) )

*Kadim dostlarımdan Yiğit'in muazzam hediyesi ve yanında da kesmesi için yardım edecek diye gönderdiği şahsuzat,Ashton Kutcher..Alem bir insan yahuu,çok yaşasın emi..




Meğerse seni canlı tutmakmış canlı kalmanın sırrı


Yetimler Ağıdı

Bunu sana nasıl söylerim
Hata benim günah benim suç benim
Dünyalar içinde dünyalar sevgilim
Ateşten çıkardım baktım uzunca kendimdi
Bir de başımın üstünde yok bir ülke; kendimdi
Dilim yola düştü pupa yelken pınarlarım yas içinde, hey hey
Yüzümde kan kalmadı kuraklık can alıyor bir yandan, dan!
Bir travmam var kenarı hâreli
Yine hâreli geçti yine zulüm beni
Meydan başaklarım kanıyor
Uzun bir yürüyüşüm ben; bakın
Anlarsınız yol yorgunu gözlerimden
Şiir cebimden beslenen tedirgin güvercin
Dayamış gagasını yavrusununkine
Eyvah ki hrant, bir vakitte
Göğerçinleri yemlemişti, seninki!
Kanı gördük okul dönüşünde ders kitaplarında
Seslere karşı çok ilgiliyiz de ondan seslerden olur ölümümüz
Sonra büsbütün çıkarız raydan, her vagon kendi cehennemine
Kalbimiz doludizgin, kimse avutmasın içimizdeki tren düdüklerini
Toprak insana gömülüyor, bodina da öldü
Sınırlar biraz daha kırmızı
Bütün karakamuları alaşağı eden bir bun
Bir bayraktın düştüğün yerde patikaların açtığı
Bir kısrağın tayını emzirme sesiydi soluğun
Şimdi çığ gürlemesidir aşan zamanı
Bembeyaz tırnaklarla kazdığı o görülmedik arkta
Kan ve gözyaşının birbirine değmeyen ortaklığı
Yattım yere bakıyorum toprağın hisli eşitliğine
Sular sınırları pasaportsuz geçer
Asıl azınlık yerkürenin kendisidir
Tek millet, gökyüzüdür ölürken yürekli düşünüldüğünde
Çan ve ezan arasına gerili mahyada
Acıyı dengeler yazı: ah-ya!
Orda hrant, başı dumanlı araratta
Irağı bilmez bir yağız atla vardı oraya
Hrant ki, külü bile nemlendirir çorak dünyayı
Yine de her damlada ürperir yaşlı ararat
Ne değişir hayatla karşılaşsan
Hemen yanında arkadaşın ölüme gülerek bakıyorsa
Gözün arkada değildi, içerideydi a hrant! gözüm
İçerdeydi ve sözcükler - ki onlardı ve öldüren idi
Ürkekliğin ürperdi karardı boz güruhun
Yırtık tabanaltından kaçtı güvercin ruhun
Yaslandığım duvarın uğultusuydun
Beni sessizlikle açıklayan
Hüznü giydiğin pabuçlarında bin ahhh!
İçini delmiş kuzeyli bir rüzgârın
Erguvan kalbine kuzulayan bir güvercin
Beykoz iskelesinde karaya vuruyor göçebe
Ağarmış bir gül var yakamda
İçimizdeki bahçelerden goncası
Bir yağmur kenti ne kadar ıslatır?

- Kanın insanı ıslattığı kadar ancak!

Neden ayakta ölür aylar?

- Kim bilir!

Ölümün yüzüne gülüyorsun
Bedenin kurşun geçirse de
Kanamasın yaprakları güllerin
Üşüyen sular ırmakların tenine karışsın
Akımını vurdular sözcüklerden kurulu fıratın
Beyaz bere bile ağlar çamurun işine
İki damla göz yaşı düştü vurulunca sen
Pülümürün yaşsız kadınının gözlerinden
Oysa küçük bir çocuktum ben de tren raylarında
Bozuk para gibi ezilen, hiç gelmeyecek sandığım baba
Duydu mu mersinli balıkçı cemal, yağmurun yağdığını
Ölümsüzlük denizine sabaha karşı?
Fazlasıyla geciktin, suyu dinle, aynayla ödeş, toprağa dokun
Buluşmayı bil kemik fırtınasında; sancınla yüzleş
Şeytan tiryakilerinin sivilcelerindeki irin,
Ey! kulak zarımı kanatan antik öfke
Topla köpek dişlerini, düşlerini çektir ve git!
Ölüm saklar ölümsüzlüğü yaşamın bildik türküsünde; hrant dinki de
Zehrini yağmalar karanlık
Sis peçesine çakılı çöller
Affet! yoksulduk, ezilmiştik; aval aval seyrettik mülk talan kavgasını
Kan revan içinde söktüğümüz hayatlar, sözde şanlar sundu bizlere
Korkumuz kutsaldı gölgemizden, gönüllü kurşun olduk düş kırımında
Sesimizi linç tutup, kazıdık vicdanı, altın ve gümüş kakmalı hançerlerle
Bu kez çatlak bulunca suyunu, yasaklandı
İkinci emre kadar dökmek zehirli kanı
Ne cehennemi ne cenneti
Gurbeti de sılası da içindedir insanın
Ömrümüzün biriktirdiği onca kavram ve sözcük
Şimdi işgal altında
Son pankart sokakta gerili birazdan polis kesip atacak
Hepimizin ölümü en küçüğümüzün elinden olacak!
Ah ile eyvah ile geçiyor zaman
Dönsek kardeşliğimizi kutsayacak ardımızdaki kan
Vart'a gül demişler, ağlayan kim
İki kalp, iki zehir, yüz yıllık birikim
Bin dereden kanla dolmuş kuyuları hep ıslak
Sen, ben, hrant... bu toprak püskürtüyor sevgimizi
Artık kış çiğdemleriyle anacağız seni
Onlara kanınla, terin karıştı
Yüreğindeki tohumlar
Rüzgârlı sözcüklerle girecek türkülere
Kırık bir zamanda uçan güvercin
Üzgün tutar ağzındaki zeytin dalını
Sen dostumdun benim gülünce güneşler açan
Bulutlara rüzgâra asarım suretini her akşam
Her akşam bir mektup yazarım ararat kadar
Unutmadım bırakıp giderken söylediğin sözleri
Günler mi ağdı, ah, sular mı boğuldu
Sisten kapılar mı var şehrin gözlerinde
Göğüslerinin arasını şiirlerle süsledim hayatın
Aranızdan geçerken incinmeler düştü payıma
Güvercin kapaklandığında, yüzüm albatros ve yağmur
Borandır, bahardır, uzar sakallarım çıtırtılarla mavi
Kuşların sabahından geçelim hrant
Çiçek tozları havalansın göklerimizden
Zalimin gecesi mazlumun gecesiyle birdir
Ve daha uzundur zulme karar verenin gecesi
Bu yüzden sesini düşürmüş kaldırımlar leylak
Kırmızı, kanla gül arasında gidip gelirken kanı çekilmiş yaprak
Işık bilir vuracağı yüzü, konacağı kalbi
Güvercin, toprağın düşüne kanat
Kimi ölülerin ayakkabısı delik
Ve sakalları saklanmış ertesi güne
Kimi silahlı çiçek taşır öldürdüğüne
Bayrağa sararlar gözsüz yüzünü
Çorabını dikerler suç kime
Ak bir güvercin kanıyla çiziyor ölümünde
Ölümsüzlüğün resmini
Çocuksu, muzip, yakışıklı
Yüzün ki
Canlar içinde bir can
Kanlar içinde altı milyar insan!
Ve onlar vurdukça sana, alışkanlıklarımız çözülüyordu böylelikle
Küçümsediğimiz yollar açılıyordu önümüzde
Güvercinlerin dudaklarındaki sıcak rüya, korkularımızı dolduruyordu
Dilini susarken anlıyordum, konuşurken
Birden kendimi bir kardeş çavlanında bulurken
Çatılara konan kırmızı
Güvercinin bıraktığı vedayı büyütüyordu
Gölgesi ansız çekilen bir ağaç gibi yıkılırdım
Bir elim ötekini tutmasaydı
O ki bir fincan tuz istemişti yalnızca komşudan
Şimdi tuzlu bir nehir akıyor kalan ömürler arasından

Şimdi kim

Bu uzak diyen

Diyen bu yalan

Bu burkulan ruhun üşümesiyle kardeşliğin
Şu kurşun dökülmüş zaman
Bir ölüm şiirine eklensin diye
Gövdesiyle yazmıştı son dizeyi
Sürgüne okunmuş arguvan havası; ki kan
Yüzünü acıya dönmüş duduk, ah! gasparyan
Unutulmuş; ötekinin cenneti değil miydi her insan
Kim yırttı vicdanımızı, sevgimizi kim düğümledi
Kaç bin kerre öldük seni
Seni öyle sevdik, bağışla bizi
Bu evleri borçlu olduğumuz taş ustaları
Yürüyecek. Anı: hiçbir şey kalmadığında

Su inceliğiyle gülümseyen günahsız kan
Masum yüzünün görüntüsüdür dağılan
Kan kabuğun altında fokurduyor yeniden
Usanmış acısını sokakta gezdirmekten
Şairleri dinlemek lazım: kabuk, su, tir, naz-
Bir nar ki kırılınca hikâyemiz olacak
Hadi ölümü tuzlayalım sonsuz deniz
Hrant'tan sonra kokmasın bari ülkemiz

Aslında ne türküz, ne kürdüz, ne ermeniyiz

Öyle bir babamız var ki hrant, hepimiz yetimiz!

A.Hicri İzgören, Adnan Satıcı, Ahmet Ada, Ahmet Günbaş, Ahmet Telli, Ahmet Uysal, Akif Kurtuluş, Altay Öktem, Altay Ömer Erdoğan, Arif Damar, Asuman Susam, Ataman Avdan, Aydın Şimşek, Betül Tarıman, Bilsen Başaran, Bülent Güldal, Celal Soycan, Cezmi Ersöz, Cihan Oğuz, Dinçer Sezgin, Enver Ercan, Fadıl Öztürk, Fergun Özelli, Fuat Çiftçi, Gonca Özmen, Gülten Akın, Gültekin Emre, Halim Şafak, Halim Yazıcı, Haydar Ergülen, Hayri K. Yetik, Hüseyin Peker, Hüseyin Yurttaş, İlhan Tülman, İlker İşgören, İ.Mert Başat, Kadir Aydemir, Küçük İskender, Mahmut Temizyürek, Mavisel Yener, Mehmet Atilla, Mehmet Can Doğan, M. Mahzun Doğan, M. Mazhar Alphan, M. Sadık Kırımlı, Mehmet Sarsmaz, Mehmet Mümtaz Tuzcu, Metin Cengiz, Metin Kaygalak, Mustafa Özturanlı, Muzaffer Kale, Namık Kuyumcu, Nesimi Aday, Nevzat Çelik, Oğuz Tümbaş, Olcay Özmen, Onur Akyıl, Orhan Alkaya, Özkan Satılmış, Özlem Sezer, Pelin Batu, Rahmi Emeç, Salih Bolat, Sedat Şanver, Selim Temo, Sennur Sezer, Sina Akyol, Tarık Günersel, Tuğrul Keskin, Turgay Gönenç, Veysel Çolak, Yunus Koray, Yücelay Sal ve Zeynep Uzunbay.

18 Ocak 2008 Cuma

My Blueberry Nights


Jude Law&Norah Jones

17 Ocak 2008 Perşembe

Neyim ve Nerelerdeyim..Bilemiyorum...

Enis Behiç Koryürek'ten

Şen günler bir kırlangıç
Gibi vuruyor kanat.
Kurulmamış bir saat.
Birinde rüya tadı;
Biri kan içen cadı.
İkisinin de adı:
Ömürden bir gün...heyhat!

Küçük İskender'den

bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık
kütür kütür küfrediyor gece imanıma
bir yaprak kırılıp suya düşüyor
su yaralanıyor su kanıyor şelale!



Cemal Süreyya'dan

Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...

Üstü kalsın...




14 Ocak 2008 Pazartesi

Biraz film,biraz Vivaldi,biraz da...(içinizden ne geldiyse o)

Az önce yine izlemediğim için kendime kızdığım bir Jim Jarmusch filmi izledim.
Broken Flowers(2005)..Jarmusch'un gerçekten ilginç bir mizah anlayışı var,izlemiş olanlar bilirler,tanırlar bir şekilde.Bu filmde de öyle.Tek bir soru soracağım,bunu kendime de sordum..

"Geçmişte çok aşık olduğunuz eski sevgiliniz 20 yıl sonra çıkıp gelirse ne yaparsınız?"


Buna şöyle diyebilirim ki,buyrun cenaze namazına diye bir deyim vardır,belki de tam o meseleye hizmet edebilecek bir laf.Suratına mı tükürürsün,ya da boynuna mı sarılır,belki öper belki de tekme tokat,hmm..Kim bilebilir.Tamamiyle o anki ruh halinize bağlı. İnsanız ve her şey insan için mümkündür.Şaşırmamak lazım gelir bazı durumlarda.Ama bu olan değildir,doğamız gereği olması gerekendir sadece.O sebeple yine doğamızdan yola çıkarak,takıntılarımız olabilir hayatta ve bunu çoğunlukla kabul etmeyiz.Tam da etmediğimiz noktada başlamış demektir ya..Belki de farkında değilizdir,öyle değil mi?Takıntısı olmayan insan yok bana göre.Varsa da hafifletilmiş takıntıları olan insan vardır.Çiçekler,pembe,aşk,tutku,bağlanamama,garip kişiliklikler,beklenmeyen,merak,arayış,rüyalar,iz bırakanlar... Dingin ama o dinginliğin içindeki heyecanı yakalayabilenler için vurucu bir film.Sırf Bill Murray'ı görmeye bile değer.Hangimizin hayatı biraz broken flowers değil ki hem...

*Bir de Vivaldi'ye sardım yine bu aralar.Yine yeni yeniden.
Four Seasons'tan beni en çok alıp götüren..Winter..

Dinlerken beynime çiziktirdikleri...

Bir yerlerde savaş var,sesleri geliyor kulağıma.Gitgide yaklaşıyor.Kaçmam mı gerekiyor?Hem kaçsam nereye?Korkuyorum ve meraklanıyorum.Neden ve kim bunlar?Sesler yükseliyor,bağırıyorum.Tedirginim.Heyecan basıyor ve çaresizlik.Yaklaşan adımlar var sanırım.Haaaayııır! Uyanıyorum,rüyaymış.Perdeyi açıyorum.Gözlerim kamaşıyor.Güneş var ama soğuk bir yandan,ayaz.Nefes alıp verişlerim sıklaşıyor..Başımı önüme eğiyorum..Düşünüyorum,bu değil olması gereken ve sürmemeli böyle,sürmüyor da,bitiyor,her şey biterdi ya..

11 Ocak 2008 Cuma

"make love not walls"


Dün sevgili Elçin ( ki kendisine Elç derim O.o),Yakup ve Övgü'ynen Kabadayı'ya gittik.Uzun uzadıya anlatmayacağım,gidin+görün=kısa+net. Çok şey duyup okumuştum ama sureti aslını yaşatmıyormuş bir kez daha anladım (olumlu manada )

Neyse ben dünü birilerine armağan edecektim.Evet,dünü gayet de "duvarlara yazı yazan,resim çizen,ilan-ı aşk eden,nefretini kusan insanlar günü" ilan edesim vardı.Sebebi pek yok gibi.Kullansınlar içlerinden geliyorsa,inanıyorlarsa yanıt vereceklerine dilediklerini yazıp çizsinler.Ne zararı var :) Buradan biraz daha farklı bir konuya geçesim geldi.

Duvarlar..düşüncelere ve bedenlere geçit vermeyen..Varlığı,yokluğu görülebilen ya da görülemeyen...ama hep var olan,var edilen duvarlar..
bkz. DERT
+İÇ yanı sıra bilinçLENDİM.
Yine birden aklıma geliverdi şu mesele.Açtım baktım google'dan(eskiden insanlar nasıl zor şartlarda sörç ederlermiş,nimet nimeeet).Bildiklerimi tazeledim,iyi oldu.Koskoca üç duvar:Çin Seddi,Berlin Duvarı ve İsrail-Filistin Duvarı..

Savunma,yasak,güvenlik,korunma...Amacı ne olursa olsun hedefi insan olan bu yapılar bende bunlardan öte şeyler canlandırıyor.Psikolojik duvar ve resmen bir saldırı biçimi.Savunma falan değil,apaçık saldırı unsuru bu duvarlar benim beynimde gözümde,kim ne derse desin,şartlar ne olursa olsun.Yaşama hakkından tutun da,dayandığı nokta itibariyle de özgürlüğün kısıtlanmasıdır gördüğüm.Şarttı veya değildi.Yapıldı mı,yapıldı.

Hadi saygımı bozmayayım,atalarından başlayayım.Çin Seddi meselesi..M.Ö Çin Krallıklarının yaptığı bir duvardır.Bilmem kaaaç km boyunda,eni nedir,boşver.Sed kelimesi Farsça'da engel demekmiş,Çin Engeli yani olay.Dünyanın yedi harikasından biri üstelik.Haşa,laf edecek değilim bu inanılmaz mimariye.Ama duvar ya bir kere,bugün gıcığım var kendisine.

Berlin Duvarı,Die Mauer..İkinci Dünya Savaşı sonraları..Doğu ve Batı Almanya'nın ayrılması niyetiyle örülmüş.Bölücü terör,amaaan duvar örgütü tarafından yapılandırılmış olsa gerek.28 yıl yaşamış,gencecik veda etmiş dünyaya.Sosyalist Doğu,kapitalist Batı..Sıfatlar ve yönlerle değerlendirilen halk.Öteki tarafa geçeyim derken kaç kişi kurşunlandı kim bilir?Peki duvar gerçekten yıkıldı mı acaba,bunu diyebiliyor muyuz?Yıkıntılarını gerçekten onarabiliyor muyuz insanlığın..Leonard Cohen çarptı birkaç yerde gözüme,şöyle demiş konu hakkında:

give me back the berlin wall
give me stalin and st paul
i've seen the future, brother:
it is murder.


"istikbal:katliam"

Şimdiyse İsrail-Filistin arasında mevcut bir yapılanma..Bununla ilgili birkaç fotoğraf görmüştüm bir yerlerde.Mesela;orada kadınlar askerlik yapıyorlar ve duvarın dibinde nöbet tutup tavlalarını oynuyorlar.Büyükler zarlarını küçükler için sallarken,onlar kendi bahtlarının bir tavla oyunuyla güleceğine inanıyorlar belki de.İnsanlar çaktırmadan çuval alıp veriyorlar boşluklardan.Hele ki en ürktüklerimden birinde şu manzara vardı,bir okulun dibinden geçirmişler duvarı,çocuklar duvar seyredecekler!Yalnızca boş bir duvar mı seyredecekler,yoksa beyinlerinde çizdikleri resimleri,çektikleri filmleri mi oynatacaklar aktörlerini bile bilmedikleri?
Boşa konuşup duruyorum,yaşamayan nereden bilebilir ki,öyle değil mi?

Ağlama Duvarı var bir de.Unutmuşum.Ey sevgili Yahudi kardeşim,gel bugünlük bana anlat derdini,etten kemikten karşındayım,belki de dokunsan sıcacığım.Soğuk ve geçirmez değilim.Korkma.Tanrı bağışlayıcıdır..

Duvarlar bana ben duvarlara bakıyorum şu an.Onlar da beni koruyorlar dışarıdan,"salt ben" savunmasızım çünkü soğuğa karşı.Ama bunu ben seçiyorum,varlıkları rahatsız etmiyor beni,zora sokmuyor ya da üzerlerine yazmamı çizmemi teşvik etmiyor,kışkırtmıyorlar fütursuzca.Tecrit hissi uyandırmıyorlar ruhumda.İstediğimde terk ederim,yüzüne bile bakmam hiçbirinin.

Beynimize örmesek duvar,olanları da balyozlasak bir güzel.Gelen geçene hatıra olsa,parçaları birer birer,mektuplarla postalansa yakın bir dosta mesela.Sınırlı kalmasa da,aşsa kendini bir parça dahi olsa..

Unutmadan;

Yazı boyunca beynimin içinden sürekli seslenen,eşsiz bir Can Yücel şiiri :

..Sevgi Duvarı

...baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren...

Başlık:İsrail Duvarı'nın bir yerinden bağırıyor...

8 Ocak 2008 Salı

hala aralık kapım karanlığa..

Zaman nasıl da akıp geçiyor,çok kılişe bir laf inanılmaz farkındayım.Neredeyse bir dönemi bitiriverdik bile.kah güldük kah ağladık Mesela pek sevdiğim saygı duyduğum Faruk Hocayla son dersimizdi bugün.Ders erken bitince,oturalım hukuk tartışalım desek de,kimse de tam bir niyet olmadığı gayet de açıktı :) Neyse... Zilyedlik olsun ya da bir davranışın iyiniyet ilkesine ters düşüp düşmediği,yok ne bis in idem'miş gibi konuların ne önemi var,mühim olan öteki taraftaki sınav tabi :P Çıkışta sevgili Ersan Hoca'yı bulamayınca,kapısından not bıraktık.Sert mizaçlıdır;ama bir başkadır Ersan Şen =)
Neyse yapılan için bkz. tövbe estağfurullah ...

Otobüste,eve dönerken,aklıma Küçük İskender geliverdi ve Balık Burcu Hikayeleri,kitabın arkasındaki satırlar canlandı gözümde.Aklımda kalanıyla hatırlamaya çalıştım.Eve gelir gelmez dolaba koştum açtım okudum,bu rahatlama hissini bilenler oluyordur benim gibi..Paylaşayım hatta.

çünkü aklım acıyor.
çünkü sevdiğime dokundukça bölünüyorum.
çünkü isyanım bir komplo.
çünkü altkatta biri dolaşıyor.
çünkü iktidardan iğreniyorum.
çünkü her masalda biraz bizden var.
çünkü temas,en yüce din.
çünkü terkedenin,sesi unutulur ilkin.
çünkü dönemem.çünkü dönmez/dönemez.
çünkü titriyorum.
çünkü tren devrildi.ölü çok.
çünkü ağrı bütün vücuda yayılıyor.
çünkü vurulduk.
çünkü kolaj,zehri çoğulluyor.
çünkü birbirimizi işitmiyoruz.
çünkü birbirimizi istemiyoruz .
çünkü suçu üstümüze aldık.
çünkü sanki teslim olduk.
çünkü kolay ölmeyeceğiz.

Böyle,aslında öncesinde bir yazı da var ama çok merak ederseniz alıp okursunuz :) Y a da benden reca ediniz efenim..

Aslında ders çalışmak da lazım bu aralar.Yeterli gelmiyor hiçbir şey.Sıkıldım bir ara ve koydum dvd yi bir güzel film izledim.Pişman da değilim açıkçası.Yine şimdiye kadar izlemediğim için kendime kızdığım filmlerden biri : Bir Ömür Yetmez (Saturno Contro,2007) Ferzan Özpetek'in 6. filmiymiş bu arada.

Filme yukarıdan baktığımızda her şey gayet açık ve net seçilebiliyor,biraz içine indiğimzde bulanıklaşmaya başlıyor görüntü,uzaklaşmaya çalışsak da,bizi etkisine alan bazı hisler buna izin vermiyor.Dediğim gibi filmde açık birçok şey,birçok şey de kapalı,benim gözüme çarpanlar arkadaşlık,aşk,ilişki,aldatma,vicdan,ağlamak,özlemek,ölüm korkusu,yaşamdan vazgeçmenin
zorluğu,çaresizlik,terzi kendi söküğünü dikemez vs... Ama filmde birtakım eksiklikler de yok değil elbette,bunu izlerken anlayabiliyorsunuz,biraz açılamayan duygular da söz konusu.Kim bilir işin sırrı da odur belki.Gözlerle oynanmış çoğu sahne,yoğunlaşılmış bakışlara.Ayrıca kimi sahnelerin esprilerini de kaçırmayn derim.Müzikler de şahane,durur muyum hemen buldum.Ayrıca Işın Karaca'nın Bitmemiş Tangosu,hiç tahmin etmezdim..
Yine de özellikle Homofobisi bulunmayanlara,tavsiyemdir,zira nefret edilebilir başka türlü :)

...

dalgın efendim
dargın efendim
yansaydık ah keşke daha ilk adımda
keşke ölüme değil aşka inansaydık
eşlik edecektiniz tek kişilik dansıma
terinizi sildiğim mendil kaldı sizden bana

mızıkçılık ettiniz yarim
erken kaçıp gittiniz heyhat
size kırgınım hala lakin
yokluğunuzda çok zor hayat